UKA Aylık / Eylül Bülteni: Hizmet (İş) Sözleşmelerinden Kaynaklanan Rekabet Yasağı ve Yasağın Uygulanabilirliği
- cihankiraner
- 26 Eyl
- 7 dakikada okunur
İşçi ile işveren arasındaki rekabet yasağı temelde işçinin işverene karşı olan sadakat yükümlülüğüne dayanmaktadır. Ancak iş akdi sona erdikten sonra işçinin işverenle rekabet etmeme borcu böyle bir yükümlülük sözleşme ile kararlaştırıldığı takdirde söz konusu olabilmektedir. Diğer bir deyişle taraflar kararlaştırmadıkça iş ilişkisi devam ederken olan yükümlülük aksine iş akdinin sona ermesinden sonra işçinin kendiliğinden rekabet etmeme yükümü altında olması söz konusu olmamaktadır. Diğer yandan belirtmek gerekir ki sözleşme ile kararlaştırılmış olsa bile işbu yasak her zaman geçerli kabul edilmemekte olup yasağın uygulanabilirliği belli koşullara bağlanmıştır. İşbu yazımızda sizlere genel itibari ile rekabet yasağının yasal düzenlemeleri ve olası bir uyuşmazlıkta uyuşmazlığın çözümüne dair uygulamaları anlatmayı hedeflemekteyiz.
1- REKABET YASAĞINA İLİŞKİN YASAL DÜZENLEMELER
İş akdinin sona ermesinden sonra rekabet etmeme yükümlülüğü yukarıda belirtildiği gibi işçiye sözleşme ile yüklenen bir yükümlülüktür. İşbu yükümlülüğün temel kaynağı doğrudan sözleşmesel ilişkiden doğduğundan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda (“TBK”) düzenlenmektedir. Türk Borçlar Kanunu 396. maddesinin 3. ve 4. Fıkrasında yükümlülük tanımlanmakla;
"İşçi, hizmet ilişkisi devam ettiği sürece, sadakat borcuna aykırı olarak bir ücret karşılığında üçüncü kişiye hizmette bulunamaz ve özellikle kendi işvereni ile rekabete girişemez. İşçi, iş gördüğü sırada öğrendiği, özellikle üretim ve iş sırları gibi bilgileri, hizmet ilişkisinin devamı süresince kendi yararına kullanamaz veya başkalarına açıklayamaz. İşverenin haklı menfaatinin korunması için gerekli olduğu ölçüde işçi, hizmet ilişkisinin sona ermesinden sonra da sır saklamakla yükümlüdür."
İfadeleri ile belirtilmiştir. İşbu madde hem iş ilişkisi devam ederken hem de iş ilişkisi sona erdikten sonra işçinin yükümlülüğünün sınırlarını çizmektedir. İş ilişkisi sona erdikten sonra uygulanacak rekabet yasağına ilişkin düzenlemeler ise Türk Borçlar Kanunu’nun 444 ila 447 nci maddelerinde yer alır. TBK madde 444’te bu yasağın belirlenmesindeki koşullar:
“MADDE 444- Fiil ehliyetine sahip olan işçi, işverene karşı, sözleşmenin sona ermesinden sonra herhangi bir biçimde onunla rekabet etmekten, özellikle kendi hesabına rakip bir işletme açmaktan, başka bir rakip işletmede çalışmaktan veya bunların dışında, rakip işletmeyle başka türden bir menfaat ilişkisine girişmekten kaçınmayı yazılı olarak üstlenebilir.
Rekabet yasağı kaydı, ancak hizmet ilişkisi işçiye müşteri çevresi veya üretim sırları ya da işverenin yaptığı işler hakkında bilgi edinme imkânı sağlıyorsa ve aynı zamanda bu bilgilerin kullanılması, işverenin önemli bir zararına sebep olacak nitelikteyse geçerlidir.”
Şeklinde tespit edilmiştir. Bu koşullarda dikkat edilmesi gereken en önemli hususlardan biri hizmet ilişkisi nedeniyle işçiye müşteri çevresi ya da işverenin yaptığı işler bakımından bilgi edinme imkânı sağlanıyor ve bu bilgilerin kullanılması işvereni zarara uğratacak nitelikte olmasıdır.. Bu husus her işçinin hizmet akdi sona erdikten sonra büyük yükümlülüklerle karşı karşıya kalmasını engellediği gibi işvereni de uğrayabileceği zararlardan korumayı amaçlamaktadır. Nitekim Yargıtay 11. HD., E. 2019/4801 K. 2020/3187 T. 24.6.2020 kararında:
“Davacının davalı ile yaptığı Şube Koordinatörlük Sözleşmesi incelendiğinde; davalının, davacıya ait spor kulübünde şube temsilcisi-koordinatör olarak görev yaptığı, bu durumda davalının, işverenin müşteri bilgilerinin yanı sıra yaptığı işlerle ilgili bilgi edinme imkânına da sahip olduğu ve bu bilgileri yeni iş yerinde kullanma ihtimali bulunduğundan, davacının önemli nitelikte zararına sebebiyet verebileceği, bunun için davalının davacıya ait işyerinden ayrıldıktan sonra rakip bir işyerinde faaliyete başlamasının yeterli olduğu, ayrıca fiili bir zarar olgusunun gerçekleşip gerçekleşmediğinin araştırılmasına gerek olmadığı kabul edilmelidir. Şu halde, TBK 445/2. maddesi uyarınca hâkimin aşırı nitelikteki rekabet yasağını bütüm durum ve koşulları serbestçe değerlendirmek ve işverenin üstlenmiş olabileceği karşı edimi de hakkaniyete uygun biçimde göz önünde tutmak suretiyle, kapsam veya süre itibariyle sınırlandırabileceği de nazara alınarak, tüm branşlar açısından yasaklama var ise de, TBK 445/2 koşulları değerlendirilmek suretiyle bir karar verilmesi gerekirken davanın reddi doğru görülmemiş olup, kararın davacı yararına bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz isteminin kabulü ile kararın davacı yararına BOZULMASINA, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz eden davacıya iadesine, 24/06/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”
Şeklindeki içtihadı ile işçinin görevi dolayısıyla işverenin sırlarını öğrendiğini kabul etmiştir.
Rekabet yasağına ilişkin tespitler yapılırken dikkate alınması gereken en önemli unsurlardan biri de yasağın mekânsal sınırlarının açık ve makul bir şekilde belirlenmiş olmasıdır. Zira rekabet yasağının hukuka uygun kabul edilebilmesi için sadece süre bakımından değil, coğrafi kapsam açısından da ölçülülük ilkesine uygun olması gerekir. Ancak salt belli bir mekan ve zaman unsurunun belirtilmiş olması da yeterli olmamakta aynı zamanda bu sınırlamanın işçilerin çalışma hürriyetini engellemeyecek nitelikte olması da aranmaktadır.
Nitekim uygulamada, Türkiye genelini kapsayacak şekilde getirilen rekabet yasağı hükümleri, çoğu durumda ölçüsüzlük gerekçesiyle geçersiz sayılmakta veya sınırlandırılmaktadır. Çünkü bu tür geniş coğrafi yasaklar, kişinin çalışma ve ekonomik özgürlüğünü ciddi biçimde kısıtlayarak, Anayasa ile güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerle çatışma riski taşır. Bu bağlamda, rekabet yasağı getirilirken, yasağın uygulanacağı bölgenin işin niteliğine, işverenin faaliyet alanına ve çalışanın pozisyonuna uygun bir şekilde sınırlandırılması gerekir.
Bahsi geçen bu hususa ilişkin ise Yargıtay 9. HD., E. 2009/26954 K. 2009/36971 T. 24.12.2009 tarihli karar yol gösterici olabilmektedir. Karara göre;
“Borçlar Kanunun 349. maddesinde ise, rekabet yasağının işçinin iktisadi geleceğini tehlikeye düşürmemesi için süre, yer ve işin türü bakımından duruma göre sınırlandırılması gerektiği ifade edilmiştir. Buna göre süre, yer ve işin türü bakımından sınırlandırılmış olmadıkça rekabet yasağı geçerli olmayacaktır. Sınırlamaların işin ve hatta işçinin niteliğine göre belirlenmesi gerekir. Dairemizce, Türkiye sınırları içinde rekabet etmeme yönünden öngörülen düzenlemelere geçerlilik tanınmamıştır. Ancak yabancı uyruklu olup çalışma hayatının çoğunu Türkiye dışında geçirmiş bir işçi bakımından rekabet yasağının Ülke sınırları ile belirlenmesi mümkün olabilecektir. Yine, il sınırları ya da belli bir bölge ile sınırlandırma işin niteliğine göre yerinde görülebilir.
Süre konusunda da en fazla bir ya da birkaç yılı aşmayacak şekilde rekabet yasağı öngörülebilir. Aksi durum işçinin ekonomik anlamda yıkımına neden olabilecektir.”
Şeklinde içtihat edilmiştir. Özetle rekabet yasağının maddi unsurlarını işçinin işverene zarar verebilecek nitelikte bilgilere erişme imkanı bulunması ve yasağın belli ölçütlere göre sınırlandırılmış olması olarak belirtmek uygun olacaktır.
1- REKABET YASAĞININ YARGISAL SÜREÇTE İNCELENMESİ
Rekabet yasağına ilişkin dikkat edilmesi gereken hususlar ortaya konulduktan sonra, bu yasağa aykırılık durumunda uygulanacak hukuki sürecin ve görevli yargı merciinin belirlenmesi de ayrı bir önem taşımaktadır. Hizmet akdi sona erdikten sonra meydana gelen bu rekabet yasağına aykırılık halinde görevli mahkemenin belirlenmesi hususunda birçok farklı yorum ortaya çıkmıştır. Bu yorumlar temel anlamda 2 şekilde sınıflandırılmaktadır:
1.Asliye Ticaret Mahkemelerinin bu uyuşmazlıklarda görevli olacağını düşünen Yargıtay kararları temel olarak rekabet yasağının TBK’nın 444-447. maddelerinde düzenlenmesine ve bu doğrultuda, TTK’nın 4. maddesi uyarınca açıkça mutlak ticari dava sayıldığına dayanmaktadır. Bu nedenle, bu görüş hizmet sözleşmesi sona erdikten sonra ortaya çıkan rekabet yasağına aykırılık hallerinde görevli mahkeme ticaret mahkemesi olmalıdır demektedir. Ayrıca "ticari sır" gibi teknik kavramların değerlendirilmesinde ticaret mahkemelerinin uzmanlığı dikkate alındığında, bu tür davaların ticaret mahkemelerinde görülmesi hem hukuki tutarlılık hem de hakkaniyet açısından daha yerinde olacağı düşünülmektedir. Buna ilişkin Yargıtay 11. Dairesi görüşünü emsal olarak belirtmek gerekirse işbu karar kapsamında:
“Hizmet akdinin devamı süresince yapılan bir sadakatsizlik ister sözleşme ile düzenlensin, isterse de kanun ile düzenlensin iş mahkemesinde görülecek bir davanın konusunu oluşturacaktır. Olayda ise davacı davalının akdin sona ermesinden sonra gerçekleşen eylemi sebebiyle cezai şart istemektedir. Uyuşmazlığın bu hukuki niteliği itibariyle davanın iş mahkemesinde görülmesini gerektiren bir durum mevcut değildir. Aynıca ticari sırın ne olduğunun değerlendirilmesinin uzman mahkemelerce yapılması gerektiği de yadsınamaz bir gerçeklik olduğu gibi "rekabet yasağı" kavramı da piyasa şartlarıyla sıkı sıkıya bağlı bir konudur. Yine m. 444 ila 447 hükümlerinden doğan davaların mutlak ticari dava oldukları da TTK m. 4'de öngörülmüştür.”
Şeklinde açıklamıştır.
2. İş mahkemelerinin görevli olduğuna ilişkin olan diğer görüş ise işçi ile işveren ilişkisinden kaynaklanan tüm uyuşmazlıkların 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu ile iş mahkemelerinin görev alınan alındığından bahisle TTK madde 5’te yer alan “(1) Aksine hüküm bulunmadıkça, dava olunan şeyin değerine veya tutarına bakılmaksızın asliye ticaret mahkemesi tüm ticari davalar ile ticari nitelikteki çekişmesiz yargı işlerine bakmakla görevlidir.” Düzenlemesinde yer alan “aksine hüküm” koşulunun sağlandığını iddia ederek iş mahkemeleri yetkili görülmüştür. Buna ilişkin Yargıtay 9. Dairesi’nin görüşünü:
“7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu ile, Türk Borçlar Kanununun İkinci Kısmının Altıncı Bölümünde düzenlenen hizmet sözleşmelerine tabi işçiler ile işveren veya işveren vekilleri arasında, iş ilişkisi nedeniyle sözleşmeden veya kanundan doğan her türlü hukuk uyuşmazlıklarını çözme görevinin iş mahkemesine verilmiş olduğu, Kanundaki bu hüküm ile Türk Ticaret Kanunu'nun 5. maddesinde yer alan "aksine hüküm" bulunması şartının gerçekleştiği dikkate alınarak rekabet yasağı sözleşmelerinden kaynaklanan uyuşmazlıklarda iş mahkemelerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.”
Şeklinde açıklamıştır.
Ancak nihai olarak 13.06.2025 tarihli ve 2023/1 E., 2025/3 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu Kararı, hizmet sözleşmelerinden doğan rekabet yasağına aykırılık nedeniyle açılan davalarda görevli mahkemenin belirlenmesi konusunda yaşanan içtihat farklılıklarını ortadan kaldırmıştır.
Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulu rekabet yasağına ilişkin yaptığı değerlendirmesinde, rekabet etmeme yasağı ister iş sözleşmesine konulacak bir kayıt ile ister iş sözleşmesinden ayrı bir sözleşme ile kararlaştırılsın, hüküm ve sonuçlarını iş sözleşmesinin sona ermesinden sonra doğacağını ifade etmiştir. Bu nedenle hukuki uyuşmazlığa konu olan rekabet etmeme yasağı ihlalinin iş akdine yakın da olsa iş akdinden bağımsız bir yükümlülük olduğunu ve asliye ticaret mahkemesinin görev alanına gireceğini tespit etmiştir. Kararda rekabet yasağına ilişkin olarak şu ifadelere yer verilmiştir;
“Zira rekabet yasağı iş sözleşmesi ile yakın bir ilişki içinde bulunsa da ne iş sözleşmesinden doğan sadakat borcunun bir gereği ne de iş sözleşmesinin bir parçasıdır.”
Mevzuat bakımından yapılan değerlendirmede ise Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) 4/1-c maddesi, TBK’nın yalnızca 444 - 447. maddelerinde yer alan rekabet yasağı hükümlerine ilişkin davaların ticaret mahkemelerinde görüleceğinin düzenlenmiş olmasından bahisle Asliye ticaret mahkemesinin görevli olduğu tespit edilmiştir. Bu maddede açıkça:
“11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun malvarlığının veya işletmenin devralınması ile işletmelerin birleşmesi ve şekil değiştirmesi hakkındaki 202 ve 203, rekabet yasağına ilişkin 444 ve 447, öngörülen hususlardan doğan hukuk davaları ve çekişmesiz yargı işleri ticari dava ve ticari nitelikte çekişmesiz yargı işi sayılır. “
Hükmü yer almıştır.
Sonuç olarak, işçinin işverene karşı rekabet etmeme yükümlülüğü, iş ilişkisi devam ederken kendiliğinden uygulanan bir yükümlülük olmakla iş ilişkisi sona erdikten sonra belirli şartlarla geçerlilik kazanmakta ve bu yükümlülüğe aykırılıklar tarafları ağır yükümlülüklerle karşı karşıya bırakmaktadır. Bu yükümlülüğe ilişkin hukuki yol izlenirken en önemli husus görevli mahkemenin doğru belirlenmesidir. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu’nun 2025 tarihli kararı ile birlikte, hizmet sözleşmesi sona erdikten sonra doğan rekabet yasağına ilişkin uyuşmazlıklarda artık asliye ticaret mahkemelerinin görevli olduğu yönündeki belirsizlikler ortadan kalkmış ve yargı uygulamasına netlik kazandırılmıştır. Ancak kanatimizce işbu kararın isabetsiz olduğunun değerlendirildiğini belirtmek gerekir. Nitekim rekabet yasağının temelinde işçilerin “iş ilişkileri kapsamında edindiği bilgiler” in yer aldığını detaylıca izah etmiştik. Bu doğrultuda diğer bir deyişle rekabet yasağının kaynağının “iş ilişkisi” olduğunu söylemek isabetli olacaktır. Dolayısıyla temelinde işçi-işveren arasındaki iş ilişkisi olan bir uyuşmazlığın salt bu uyuşmazlıklar için kurulmuş, gerekli teknik ve nitelik bilgisine sahip olan yetkin iş mahkemelerinin değil ticari davalara bakan ticaret mahkemelerinin bakması gerektiğinin belirlenmesi çelişki yaratmaktadır. Uyuşmazlığın ruhunun yanında mevzuat hükümlerine göre de karar isabetli değildir. 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 5. Maddesinde açıkça “İşçiler ile işveren veya işveren vekilleri arasında, iş ilişkisi nedeniyle sözleşmeden veya kanundan doğan her türlü hukuk uyuşmazlıklarına iş mahkemesi bakmakla görevlidir.” Şeklindeki ifadeler ile açıkça hüküm altına alınmıştır. Maddenin lafzi yorumuna göre bakıldığından “iş sözleşmesi” ile değil de sözleşmenin iş ilişkisinden kaynaklı olmasının yeterli olduğunun belirtilmek istendiği açıktır. Dolayısıyla Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlense bile rekabet yasağı iş ilişkisi kapsamında işverene ait işçi tarafından edinilen bilgi ve birikimleri koruma altına aldığından görevli mahkemelerin iş mahkemeleri olmasının daha uygun olacağı görüşündeyiz.

